4 Ekim 2012 Perşembe

Urbino Günlükleri 2


Sabah 5.30 tren istasyonuna giden ilk otobüse bindik ve istasyona vardık. 6 Türk hep beraber gittik istasyona. Ve otobüste giderken hala İtalya’da değilim gibi, etrafımda Türkler var, gece de her şeyi örtüyor dedim arkadaşlarıma. Uçakta yanımızda oturan, 10 sene İtalya’da bulunmuş beyfendi bize tecrübelerini aktarıyor, bizleri bilgilendiriyordu. İstasyonda 2miz aynı trene bindik ve onlardan ayrıldık. Hala yanımda bir Türk vardı ve hala durumun ciddiyetini anlayamamıştım. Pesaro istasyonuna geldiğimizde ondan da ayrılık vakti gelmişti. Ve ondan da üzülerek saat 8.33 sıralarında ayrılmıştım. Evet işte her şey şimdi başlıyordu. Trenden iner inmez bir süre Urbino otobüsü hakkında bilgi almak için çırpındım. Buradaki insanlar ciddi ciddi İngilizce bilmiyorlar. Bunu hep duyardım ama inanmazdım doğrusu. Öğrendiğim bilgileri belleğime çağırma çırpınışlarıyla otobüs biletimi almayı başardım ve durakta beklemeye başladım.09.15te kalkan Urbino otobüsüyle hayatımda belki de bir daha göremeyeceğim binaların, villaların, yolların, yapıların arasından geçiyorduk, sanki bir köy, tatil köyü ya da gizemli bir orman görüntüsü veriyordu bana. O an kendime çokça dedim, nereye Sümeyra, ne yapıyorsun sen? Evet karmakarışık bu zihin durumu ve aşırı yorgunluk içinde 1 saat kadar yol aldıktan sonra nihayet Urbino’ya varmıştım. Günlerden Pazar olduğu için gideceğim yurda kalkan otobüsler çalışmıyormuş. Ve bu sebeple elimdeki o ağır valizlerle, yurda çıkan yokuşu çıkmaya başladım. Duraklaya duraklaya ve arada sırada yanımdan nadiren geçen insanlardan doğru yolda olup olmadığımı soruyordum. Çok şükür ki onlar bana beklediğim gibi çok büyük önyagılarla yaklaşmıyorlar ve hatta bazıları bana’ciao’diye selam veriyordu. Gerçekten bu güzel bir şeydi lakin burası bana Dünyadan öyle uzak bir yer gibi görünmüştü ki o anda, etrafında şato ve ormanların bulunduğu esararengiz, korkunç bir izlenim bırakmıştı. İstanbul gibi mega, kalabalık bir kentten böyle bir eyere gelmek sanırım insanı dumura uğratıyordu ve evet tam anlamıyla travma yaşamıştım o anda. Yolun yarısına geldiğimde yürüyüş yapan, hemşire olduğunu sonradan öğrendiğim bir İtalyan bayan yardım isteyip istemediğimi sordu. Ben hayır diye ısrar ettiysem de sağolsun küçük valizimi o aldı ve beni ‘Collegio Tridente’nin resepsiyonuna götürdü. Gerçekten bu hareketi beni çok şaşırtmıştı ve mutlu etmişti. Burada şöyle kötü bir durum vardı ki kimse İngilizce bir şey sorsam bilmiyordu ve ben buna inanamıyordum. Collegio Tridente’nin resepsiyonundaki bayan bana birkaç belge imzalattı ve oda numaramın da üstünde yazılı olduğu anahtarlığı bana uzattı. Fakat yurt oraya biraz uzaktı ve sağolsun İnglilizce bilen bir bayan başka bir arkadaşını bırakırken beni de oraya bıraktı.bu gerçekten çok iyi olmuştu, çünkü yol gerçekten çok taşlıydı ve yokuştu. Neyse anahtarlığımdaki odayı buldum ve kapısını açtım. Bu arada inanılmaz yorulmuştum. Fakat her taraf toz içindeydi ve kirliydi. Bu şekilde hiçbir yere dokunamıyor ve oturamıyordum. Ve bu beni acil bir temizlik yapmaya itti ve aşağıda bulduğum bir vileda kovasına biraz çamaşır suyu ile su doldurarak evden getirdiğim temizlik bezi ile temizliğe başladım. Bu arada iki yan odamda iki kız vardı ve onlarla tanışmaya gittim ve onlardan da iki tane temizlik malzemesi aldım. Kızlardan büyük olanı kardeşini yerleştirmek için gelmişti ve kızın ablasıydı. Almanyalılardı ve gerçekten onları çok sevmiştim, çok tatlılardı. Ve asıl arkadaşım olacak ismini telafuz etmekte zorlandığım Alman kızı gerçekten çok sevmiştim ve onunla çok iyi anlaşmıştık. Lakin onun odasında bazı teknik problemler vardı ve odasını değiştirecekti bu yüzden. Ona, henüz bir şifrem olmadığı için internet şifresini sordum, Türkiye’ye bir şekilde haber ulaştırmak, onları durumumdan haberdar etmek istiyordum. O da bana bir başka öğrenciden aldığı şifreyi verdi. Lakin bir türlü girememiştim teknik sebeplerden dolayı. Neyse internetten umudumu kesip artık yavaş yavaş temizliği bitirmeye ve yerleşmeye başlamıştım. Tek kişilik odada kalıyordum ve bunun en güzel tarafı ibadetler açısından bana kolaylık sağlamasıydı. Çok şükür ki namazlarımı kılabiliyordum ve bu benim için en önemli şeydi. Akşam olunca hava burada bir hayli soğuyor ve üşümeye başlamıştım. Üzerime kalın bir şeyler aldım ve bilgisayarın başına oturdum. Neyse ki bu sefer internete girmeyi başarmıştım ve gerçekten buna çok mutlu olmuştum. Beni merak edenlere bir şeyler yazdım ve onları durumumdan haberdar ettim. Akşam olunca her şeyin daha da iyi farkına varmaya başlamıştım ve gözyaşlarımı tutamayıp ağlamaya başlamıştım. Evet elimi uzatsam istediğime ulaşabilecek bir konumda hissederken kendimi şimdi her şeyden ve herkesten öyle uzakta gibi görüyordum ki kendimi… Bu yalnızlık, uzaklık ve sessizlik beni çok korkutmuştu ve ‘ne yaptım Allah’ım ben?’ demeye başlamıştı içimdeki ben. Bir süre böyle acı ile ve ağlayarak geçmişti ve ertesi gün okula gitmem gerektiği için yatmaya karar vermiştim. Yattım lakin çok soğuktu ve üzerime bir battaniye almalıydım, o da yoktu. Yarın bir tane mutlaka edinmeliydim. Üzerime nevresimin örtüsünü ve kışlık mantomu örttüm ve karmakarışık bir ruh haliyle gözlerimi yumdum. Her şey bilinmezdi ve o yüzden korkunçtu. Bildiğim tek Varlığa sığınarak, O’ndan güzellikler umarak uykuya dalmıştım.

    16.09.2012
Urbino/Collegio Tridente






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder