Sabah 5.30
tren istasyonuna giden ilk otobüse bindik ve istasyona vardık. 6 Türk hep
beraber gittik istasyona. Ve otobüste giderken hala İtalya’da değilim gibi,
etrafımda Türkler var, gece de her şeyi örtüyor dedim arkadaşlarıma. Uçakta
yanımızda oturan, 10 sene İtalya’da bulunmuş beyfendi bize tecrübelerini
aktarıyor, bizleri bilgilendiriyordu. İstasyonda 2miz aynı trene bindik ve
onlardan ayrıldık. Hala yanımda bir Türk vardı ve hala durumun ciddiyetini anlayamamıştım.
Pesaro istasyonuna geldiğimizde ondan da ayrılık vakti gelmişti. Ve ondan da
üzülerek saat 8.33 sıralarında ayrılmıştım. Evet işte her şey şimdi başlıyordu.
Trenden iner inmez bir süre Urbino otobüsü hakkında bilgi almak için çırpındım.
Buradaki insanlar ciddi ciddi İngilizce bilmiyorlar. Bunu hep duyardım ama
inanmazdım doğrusu. Öğrendiğim bilgileri belleğime çağırma çırpınışlarıyla
otobüs biletimi almayı başardım ve durakta beklemeye başladım.09.15te kalkan
Urbino otobüsüyle hayatımda belki de bir daha göremeyeceğim binaların,
villaların, yolların, yapıların arasından geçiyorduk, sanki bir köy, tatil köyü
ya da gizemli bir orman görüntüsü veriyordu bana. O an kendime çokça dedim,
nereye Sümeyra, ne yapıyorsun sen? Evet karmakarışık bu zihin durumu ve aşırı
yorgunluk içinde 1 saat kadar yol aldıktan sonra nihayet Urbino’ya varmıştım.
Günlerden Pazar olduğu için gideceğim yurda kalkan otobüsler çalışmıyormuş. Ve
bu sebeple elimdeki o ağır valizlerle, yurda çıkan yokuşu çıkmaya başladım.
Duraklaya duraklaya ve arada sırada yanımdan nadiren geçen insanlardan doğru
yolda olup olmadığımı soruyordum. Çok şükür ki onlar bana beklediğim gibi çok
büyük önyagılarla yaklaşmıyorlar ve hatta bazıları bana’ciao’diye selam
veriyordu. Gerçekten bu güzel bir şeydi lakin burası bana Dünyadan öyle uzak
bir yer gibi görünmüştü ki o anda, etrafında şato ve ormanların bulunduğu
esararengiz, korkunç bir izlenim bırakmıştı. İstanbul gibi mega, kalabalık bir
kentten böyle bir eyere gelmek sanırım insanı dumura uğratıyordu ve evet tam
anlamıyla travma yaşamıştım o anda. Yolun yarısına geldiğimde yürüyüş yapan,
hemşire olduğunu sonradan öğrendiğim bir İtalyan bayan yardım isteyip
istemediğimi sordu. Ben hayır diye ısrar ettiysem de sağolsun küçük valizimi o
aldı ve beni ‘Collegio Tridente’nin resepsiyonuna götürdü. Gerçekten bu
hareketi beni çok şaşırtmıştı ve mutlu etmişti. Burada şöyle kötü bir durum
vardı ki kimse İngilizce bir şey sorsam bilmiyordu ve ben buna inanamıyordum.
Collegio Tridente’nin resepsiyonundaki bayan bana birkaç belge imzalattı ve oda
numaramın da üstünde yazılı olduğu anahtarlığı bana uzattı. Fakat yurt oraya
biraz uzaktı ve sağolsun İnglilizce bilen bir bayan başka bir arkadaşını
bırakırken beni de oraya bıraktı.bu gerçekten çok iyi olmuştu, çünkü yol
gerçekten çok taşlıydı ve yokuştu. Neyse anahtarlığımdaki odayı buldum ve
kapısını açtım. Bu arada inanılmaz yorulmuştum. Fakat her taraf toz içindeydi
ve kirliydi. Bu şekilde hiçbir yere dokunamıyor ve oturamıyordum. Ve bu beni
acil bir temizlik yapmaya itti ve aşağıda bulduğum bir vileda kovasına biraz
çamaşır suyu ile su doldurarak evden getirdiğim temizlik bezi ile temizliğe
başladım. Bu arada iki yan odamda iki kız vardı ve onlarla tanışmaya gittim ve
onlardan da iki tane temizlik malzemesi aldım. Kızlardan büyük olanı kardeşini
yerleştirmek için gelmişti ve kızın ablasıydı. Almanyalılardı ve gerçekten
onları çok sevmiştim, çok tatlılardı. Ve asıl arkadaşım olacak ismini telafuz
etmekte zorlandığım Alman kızı gerçekten çok sevmiştim ve onunla çok iyi
anlaşmıştık. Lakin onun odasında bazı teknik problemler vardı ve odasını
değiştirecekti bu yüzden. Ona, henüz bir şifrem olmadığı için internet
şifresini sordum, Türkiye’ye bir şekilde haber ulaştırmak, onları durumumdan
haberdar etmek istiyordum. O da bana bir başka öğrenciden aldığı şifreyi verdi.
Lakin bir türlü girememiştim teknik sebeplerden dolayı. Neyse internetten
umudumu kesip artık yavaş yavaş temizliği bitirmeye ve yerleşmeye başlamıştım.
Tek kişilik odada kalıyordum ve bunun en güzel tarafı ibadetler açısından bana
kolaylık sağlamasıydı. Çok şükür ki namazlarımı kılabiliyordum ve bu benim için
en önemli şeydi. Akşam olunca hava burada bir hayli soğuyor ve üşümeye
başlamıştım. Üzerime kalın bir şeyler aldım ve bilgisayarın başına oturdum.
Neyse ki bu sefer internete girmeyi başarmıştım ve gerçekten buna çok mutlu
olmuştum. Beni merak edenlere bir şeyler yazdım ve onları durumumdan haberdar
ettim. Akşam olunca her şeyin daha da iyi farkına varmaya başlamıştım ve
gözyaşlarımı tutamayıp ağlamaya başlamıştım. Evet elimi uzatsam istediğime
ulaşabilecek bir konumda hissederken kendimi şimdi her şeyden ve herkesten öyle
uzakta gibi görüyordum ki kendimi… Bu yalnızlık, uzaklık ve sessizlik beni çok
korkutmuştu ve ‘ne yaptım Allah’ım ben?’ demeye başlamıştı içimdeki ben. Bir
süre böyle acı ile ve ağlayarak geçmişti ve ertesi gün okula gitmem gerektiği
için yatmaya karar vermiştim. Yattım lakin çok soğuktu ve üzerime bir battaniye
almalıydım, o da yoktu. Yarın bir tane mutlaka edinmeliydim. Üzerime nevresimin
örtüsünü ve kışlık mantomu örttüm ve karmakarışık bir ruh haliyle gözlerimi
yumdum. Her şey bilinmezdi ve o yüzden korkunçtu. Bildiğim tek Varlığa
sığınarak, O’ndan güzellikler umarak uykuya dalmıştım.
16.09.2012
Urbino/Collegio
Tridente
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder