Tam 2 ay oldu evet bu nasıl
olduğunu tanımlamakta hala zorlandığım ülkeye, şehre geleli… Hayat insanı hiç tahmin
edemediği yerlere sürükleyiveriyor ve bizler yazgımızı şaşkınlıkla izlemekle
yetinip, olayları sebep-sonuç ilişkisine bağlama çabasına giren aciz kullar
olarak hayata tutunuyoruz. Evet 2 ay… Buraya geldiğim ilk günkü hissiyat hala
kafamda capcanlı ve taze. Ve şunu anlıyorum ki, acı da çeksek doyasıya, ağzımız
kulaklarımıza varana kadar eğlensek de bu hayat geçiyor ve geçen her saniyenin
benliğimize olumlu bir katkıda bulunmasını sağlama çabası içinde olmak sanırım
bu hayatı anlamlı kılıyor. Uzun zamandır yazmıyorum, yazamıyorum, tembellik
diyelim, zamansızlık diyelim, ne dersek diyelim. Bu iki ay bana elbette birçok
şey öğretti. Bir kere Avrupalılarla ilgili okuduğum, duyduğum şeylerin
gerçekliğini gördüm ve bu bana garip gelse de bazı şeylere şaşırdım. Olamaz
dedim ve ben bunları sadece efsane niyetine abartı olarak dinlerdim dedim kendi
kendime. Burada hayata çok başka pencerelerden bakıyorsun işte. Bu insanlar
bana sanki hiç dertleri yokmuş gibi görünürken içten içe kendi ülkemi, kendi
şehrimi, kendimi sorgulama içerisine giriyor ve çok karmaşık bir dünyanın içine
giriveriyorum. Okuldan yurda gidiş-dönüş yaptığım o 1 saatlik yürüyüş sanki ben
sorgulayayım, hayal kurayım, kendimi kaybedeyim diye hayatımın içine konulmuş
bir eylem gibi. Evet burada hayat sakin burada herkes sakin, burada eğlence ve
alkolün etkisiyle atılan çığlıklardan başka çığlık duymadım ben. Burada herkes
mutlu sanki. Burada arabalar kaza yapmıyor sanki. Burada hayat pahalı sanki.
Burada kışlar çok soğuk sanki. Burada din yok sanki. Burada görkemli kiliseler
var sanki. Burada, burada… Buradan ayrılırken burası hakkında ne düşüneceğimi
ziyadesiyle merak ediyorum ve gerçekten hayata anlam vermekte artık daha çok
zorlanıyorum...
18 Kasım 2012 Pazar
8 Kasım 2012 Perşembe
Ve
Nihayet Büyük Buluşma/Hatice Tepe'ye ithafen
Perşembe günü 15.30 gibi ayrıldım
Urbino’daki yurdumdan ve çıktım gene uzun bir yola. Hatice, Urbino’dan yaklaşık
1 saat otobüs, 3 saat tren yolculuğunu kapsayan 4 saatlik bir uzaklıkta
yaşıyordu. Ve 20.40’da varmıştım Pescara'ya. İstanbul’da telefon yoluyla
tanıştığım, Mersin’de yaşayan Hatice ile gerçek dünyada karşılaşma şansına sahip olmuştum sonunda evet. İlk karşılaşmaların insanda uyandırdığı o heyecan elbette
ki bende de vardı lakin onunla internet, telefon vs. yollarla çokça iletişim halinde
bulunmuş olmak heyecanımı azaltmıştı. Pescara’daki ikinci Türk olan Alp ile
beraber beni almaya gelmişlerdi. Alp de burada ‘ingilizce öğretmenliği’ okuyan
bir meslektaşımdı ve bu da beni bir hayli sevindirmişti. Ve daha da güzeli beni
almaya bisikletleriyle gelmişlerdi. İstasyondan eve Hatice’nin önünde aynı
bisiklet üzerinde gitmek Pescara’da yaşadığım ilk güzel macera olmuştu.
Yıllardır bisiklete binmiyordum ve o
vakit bunu ne kadar da çok özlediğimi anlamıştım. Hep beraber Hatice’nin 2
İtalyan ile paylaştığı evine gitmiştik ve akşam yemeği vaktiydi. Evet Hatice bana
tam da Akdeniz mutfağı tadında çok güzel şeyler hazırlamıştı ve İtalya’da,
alıştığın bir tadı alıyor olmak hakikaten tarifi zor bir şeydi. Gerçekten
Hatice’nin yemekleri çok lezzetliydi. Hatice’nin ev arkadaşları Giorgia ve
Martina ile tanışıp beraber yemek ve çay faslı ve muhabbet ile geçmişti
gecemiz. Çaydanlıkta demlenen çay ve samimiyet denen kavramı hissedebileceğim
bir mekân. Evet insan, en çok da alıştığı şeyleri arıyordu, başka bir şey
değil. Ve sanki bu, Hatice’yi ilk görüşüm değildi. O sanki benim alıştığımdı. Gece
3 gibi uyumuştuk. Pescara’da ilk gün ertesi güne kayan bir hal içinde böyle
sona ermişti.
18.10.2012
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)