13 Eylül 2013 Cuma

"Bilemem insan nerenin yerlisidir"

Urfa’nın etrafı dumanlı dağlar aman aman..

Sürüklenen sadece yapraklar değil,en şiddetli rüzgarlara maruz kalan bizleriz diyorum şimdi kendi kendime.. Şanlıurfa/Suruç.. Şiddetli bir rüzgar beni İstanbul’dan taa buralara sürükledi ki bunu benim aklım dahi almıyor şu an. Şunu anlamak zor değil: hayat her an her şeye gebe..

Urbino gibi küçücük bir İtalyan şehrinde geçirilen 10 ayın beni Suruç’ta yaşama konusunda ne kadar cesaretlendirdiğini söylesem de kendime, Urbino nasıl çok ayrı bir dünyaysa benim için, bu topraklar da o ayrı dünyanın diğer bir yarısı…
Gaziantep havaalanından Suruç’a gelirken, iki tarafımda sıralanmış çorak düzlükler bana film sahnelerini anımsattı. Gidiyoruz, yürüyoruz, koşuyoruz… Ve gene diyorum."Bilemem insan nerenin yerlisidir."

Ama burada olmanın bana kazandıracağı şeylerin hayali ve düşüncesiyle kendimi bu dünyanın en azından geçici yerlisi yapma gayretlerim yavaş yavaş işe yarayacak inşallah. İdealist öğretmen hikâyelerini bir nebze olsun anlamam ve belki de o hikâyelerin yazarı olmam burada mümkün neticesinde.

Bir şehir bize kendinde kaybolma imkânı tanıyorsa sanırım biz o şehrin bize tanıdığı bu lükse ‘özgürlük’ diyoruz. Bu şehirde kaybolmak çok zor lakin insanın kendini kaybetmesi de en az onun kadar zor. Bu şehirde hayatımın film şeridi sükûnete, yavaşlatılmaya uğruyor. Bu şehirde her birey bir Truman show başrol oyuncusu.

Aslında ne yalan söyleyeyim, yeni bir dil,yeni bir dünya, yeni insanlar,her şey yepyeni.. Sanki yeni bir Erasmus periyodu gibi geliyor her şey bana.. Ve geçen sene Eylül ayının dejavusunu yaşıyorum desem belki de abartmış olmam. Lakin bu dejavu ne kadar devam eder, o konuda bir hayli tereddüt içindeyim.

Kısacası burada şaşırıyorum.. Şaşırabiliyorum. Şairin de dediği gibi:


“Şaşırmazsam, insan kalamam.”